4 Aralık 2011 Pazar

Tarsem Singh


Tarsem Singh 1961'de doğuyor. Babası uçak mühendisi. Kendisi Harvard İşletme bitirmiş. Yok efendim bu adam yönetmen olacak illa ki. :) Baba baskı uyguluyormuş, gideceği yol işletme ile şekillenmiş. Umrunda değil. Yapacağı iş çoktan belli. Kaliforniya'da Art Kolejinde sinema çalışmalarına başlıyor. Singh Hindistan'lı. Sektörde ilerlemek istediğini iyiden iyiye anlayınca Amerika'ya taşınıyor. Daha çok vakit daha büyük gelişim demek. Başarı demek. Çok yönetmenin yaptığı gibi önce şarkıcılara klipler, firmalara reklamlar çekmeye başlıyor. Ardından The Cell, The Fall ve Immortals filmleri ile girdiği denizde şöyle bir boy veriyor. Yok yok boğulmuyor canım :) Ayaklarının dibe değdiğini kendi de, siz de farkediyorsunuz :) Yani anlıyacağınız, yeteneği kalburüstü yönetmenler arasında sayılmasına yetti de arttı Singh'in.


Okul, eğitim işlerini halleder halletmez bağlantıları sayesinde hemen işe girişiyor. E zaten takdir edersiniz ki yeteneği olan adamın bağlantıları olur. Aslında yeteneği olmayanların da olabilir. Neyse çarşı karışacak gibi, bu konuya teğet geçelim :) Suzanne Vega, En Vogue, Venessa Paradis ve REM gibi sanatçılarla çalışıyor. Özellikle REM'in "Losing My Religion" parçasına çektiği bir klip vardır ki, en iyi işi o klipti diyenleri bile çıkartabilir karşınıza. Yine bu kliplede en iyi klip ödülü kazanmıştır. Çok ünlü reklam filmleri yok mu peki? Olmaz mı? Tabii ki var. Britney Spears'lı Pink'li Beyonce'lu Pepsi reklamı desem? Hani şu "We Will Rock You" şarkısı eşliğinde arenada duran gladyatör kızların olduğu ya da Beckham'lı Davids'li langırt temalı olanı. Bir de Elephant Tower vardı. Sadece Pepsi'ye değil Coca Cola ve muadili bir çok ünlü markaya reklamlar çekti. Bir reklam filmi daha varki o da çok kıymetli benim için. 2009'da "Islam is ... " başlıklı islamın modern ve pozitif yönünü göstermeye yönelik belgesel/reklamları çekmiştir ve çekimleri 15 ayrı müslüman ülkede gerçekleştirmiştir (iki örnek burada: 1 ve 2).  Bu saydığım reklamlar bile yönetmenliği hakkında duymak isteyene bir şeyler fısıldadı aslında.





Gelelim şimdi filmlerine. İlk filmi 2000 yılında çektiği The Cell (Hücre) Filmde Singh bir suçlunun beyninde, bir terapistin ellerinden gezintiye çıkıyor. Daha öncede belirttiğim gibi filmin içeriği hakkında yorum yapmayacağım. Sadece mutlaka izleyin demekle yetiniyorum. The Cell ile ilgili söyleyebileceğimiz şeylere bakarsak eğer, muhteşem kostümler, muazzam kareler ve alışılmışın dışında fantastik bir hikaye. Yalnız dürüst olmak gerekirse film aldığı övgülerin belkide yarısını The Fall'dan sonra almıştır. The Fall çekilmemiş olsa hiç sanmıyorum ki Tarsem Singh için müthiş bir yönetmen diyebilelim. Bir zincir halkası tek başına bir hiçtir ama iki tanesi birleşince zincir hakkında bize bilgi verir. Biraz durumu buna benzetiyorum. The Fall Singh'in alamet-i farikasıdır. Ben yönetmen aynı zamanda senarist olduğunda ve ortaya çıkan iş muazzam olduğunda daha büyük keyif alıyorum ve o yönetmene daha çok değer veriyorum. Örneğin Nolan. Tarsem Singh bunu şimdilik sadece The Fall ile gerçekleştirdi ama ben devamınında geleceğinden eminim. 



The Fall'a bakalım biraz şimdi. 2006 yapımı film için o kadar çok şey söylemek geçiyor ki içimden, sıraya koyamıyorum. Şöyle başlayalım. The Fall ne anlatıyor? İlk dublörlük deneyiminde sakatlanmış, aynı zamanda ruhu da yaralı bir adam olan Roy’un aynı hastanede yatan küçük ve sevimli bir kız olan Alexandria’ya bir hikaye anlatması konu ediliyor. Roy’un ağzından anlatılan, Alexandria’nın hayal gücüyle görselleşen hikaye, farklı karakterlerin de olayın içine girmesiyle masalsı bir hal alıyor. Zaten film, izleyene bir hayal iğnesi yapıyor sanki. Ufkunuzun genişlediğini hissedebiliyorsunuz. Nedir bu filmi bu kadar özel kılan? Sadece konusu mu peki? Kesinlikle tek etken o değil :) Desem ki film 25 ülkede 200 farklı mekanda 4 senede çekilmiş,  hiç bir karede özel efekt kullanılmamış ve erkek başrol Lee Pace yatalak rolüne alışmak için filmden önce 2 ay yatalak gibi yaşamış. Ne dersiniz? Af buyurun ama ben "çüş be!" derim. Düşünün, 25 farklı ülke ve 4 sene. Her karesi masaüstü arka planı yapabileceğiniz türden bir görsel şölen. Bazen, hadi canım bu da mı gerçek, bu da mı efekt değil diyesiniz gelecektir, gelmiştir. Yok değil vallahi :) Bu yönden bakıldığında yapılan stüdyo filmlerine meydan okumaktır. Ve oyunculuklar tabi. Lee Pace'in metod oyunculuğu nasıl olur dersini izliyorsunuz. Evet resmen ders veriyor. Küçük kızı da es geçmeyelim. Tatlı İngilizcesi film esnasında gelişmiş. İngilizce bilmiyormuş çok fazla yani :) Filmin başında yaptığı İngilizce konuşma hataları filmin senaryosunda olmayan ayrıntılar. Ne güzel olmuş o hatalara dokunmamaları. Film çeşitli Hint mitleri ile sürrealist bir bakış açısı etkisinde gerçekliğe mitolojik bir göndermede bulunuyor. Filmin müzikleri de sizi soktuğu ruh haline paralel seçimler barındırıyor. Film boyunca Ludwig van Beethoven’in 7. senfonisi yer yer  bize eşlik etmekte. Filmle ilgili bir diğer ayrıntı da filmin afişi. Filmin afişinde Salvador Dali'nin "Face of Mae West Which May Be Used as an Apartment" isimli tablosu bulunuyor. İşte The Fall da aynen bu şekilde Singh'in bir tablosu. İnce ince işlenen mükemmel bir tablo... Bu arada The Fall için şunu da belirtmek lazım. David Fincher'ın da bu filmde çok büyük katkıları var. The Fall bahsini kapatmadan bir de film için kullanılan mekanların ve ülkelerin bulabildiğim kadarı ile bir listesini verelim. Bir bakın bakalım neler var neler :)


* Valkenberg Hastanesi (Cape Town, Güney Afrika)

* Deadvlei (Sossusvlei çölü, Namib-Naukluft Milli Parkı, Namibya)
* Jantar Mantar labirenti (Jaipur, Hindistan)
* Charles Köprüsü (Prag, Çek Cumhuriyeti)
* Sumatra Adası
* Idemen Islands (Hindistan)
* Pangong Gölü (Ladakh, Hindistan)
* Buland Darwaza (Fatehpur Sikri Sarayı, Uttar Pradesh, Hindistan)
* Magnetic Hill (Manyetik Tepe) (Ladakh, Hindistan)
* Moonscape (Lamayuru yakınları, Ladakh, Hindistan)
* Bali
* Chand Baori (Abhaneri, Racastan, Hindistan)
* Jodhpur (Racastan, Hindistan)
* Umaid Bhawan Sarayı lobisi (Jodhpur, Racastan, Hindistan)
* Tac Mahal (Hindistan)
* Capitoline (Roma, İtalya)
* Ayasofya (İstanbul, Türkiye)
* İlk Özgürlük Anıtı (Paris, Fransa)
* Eyfel Kulesi (Paris, Fransa)
* Villa Adriana (Tivoli, İtalya)
* Piramitler (Gize, Mısır)

Ee tabi yönetmenlerinde işi zor. Kült film çeksen bir dert çekmesen bir dert. Şahane bir film çekiyorsun, hali ile sonraki gölgesinde kalıyor. Vay efendim x bu filmde yeteneğini gösteremedi. Çekemiyorsun, o zaman zaten gösterecek yeteneğin bile olmuyor :) Singh şimdi ne yapsın da off be! dedirtsin. Immortals ile çıktı seyircilerin karşısına. Fena tepkiler almasa da tabii ki bir Alex değil :) İlk iki filminde insan zihnindeki yolculukları konu alırken bu sefer bambaşka bi konu ile çıktı karşımıza Singh. Değişmeyen ise fantastik ögeler oldu. Immortals'ı daha izleyemedim ama hem konusu hemde türü bakımından ölüsü bile iş görür benim için :) En kısa zamanda izleyip Singh efendi ne yapmış bi bakmam gerek sanırım. Çekimleri devam eden ve 2012'de vizyona girecek olan "Mirror Mirror" filmi var bir de. Başrolünde Julia Roberts olacakmış ve filmin konusu da Pamuk Prenses ve 7 cüceler imiş alınan bilgilere göre ama çok değişik bir şekilde yaklaşacakmış konuya Singh. Singh'in çekim teknikleri göz önüne alındığında bu filmde kült bir film olabilir belki. Konusu ve detayları oldukça müsait. Açıkcası heyecanla bekliyorum şimdilik... :)


(Mello kusura bakma yazıyı biraz geç yayınladım ama kendimi affettireyim diye epey uğraştım. Hem uzun zamandır yazı yazmadığımız için okuyucularımıza da kendimizi affettirmiş oluruz:) Yazıyı çok beğendim ellerine sağlık - Editör)

2 yorum:

MeLLo dedi ki...

Editörüm, çok teşekkür ediyorum. Gerçekten epey bi uğraşmışsın. Eline sağlık, eyvallah. Umarım okuyucularımıza affettirebilmişizdir kendimizi. Blog trafiğini daha canlı tutmamız lazım. Bu da özeleştirimiz olsun :)

Adsız dedi ki...

çalışma çok iyi olmuş çok beğendim .